İsgenderle Çin hükümdarının görüşü
Büyük fatih İskender Çin üzerine asker gönderiyor. Askerler ülkenin başkentinin kenarında kamp kurup saldırı emri beklemeye başlarlar.
Gece şehir tarafdan bir kişi Yunanlıların kampına gelip: Ben Çin hökmdarından haber getirdim, mutlaka İsgenderle yalnız görüşmeliyim diyor. İskender gelen elçi ile çadırda tek kaldıklarında elçi yüzündeki örtüyü açıp diyor: "Ben Çin imparatorunun kendisiyim, seninle konuşma yapmaya geldim. Benim ülkeme neden saldırdığını senin kendinden duymak istiyorum ".
İskender hayret içinde sorar: "Neden benimle görüşmek için geldin? Seni öldürebileceğimden korkmuyormusun? "Çin hükümdarı gülümseyerek cevap verir:" Ben senin çok zeki ve akıllı olduğunu duydum. Biliyorum ki, akıllı hükümdar böyle hareket etmez. İlk önce sen silahsız bir adamı öldürmezsin. Bizim aramızda özel bir düşmanlık bağı yok ki, onun intikamını benden alasın. Eğer hatta bunu yapsan bile, sana hiçbir yararı değmez. Çünkü benim canişinlerim ve kumandanlarim şehirdedirler. Her biri kendi görevini iyi bilir. Ben olmasam da, onlar ülkenin savunmasını organize edebilirler ".
İskender çok akıllıca bir rakiple karşılaştığını anlar. Ona eğer üç yıllık haraç verip, barış yapıp savaşsız geri dönmeye hazır olduğunu teklif eder. Çin hükümdarı: bu kadar parayı verirsek, kendimizi fakirliğe ve kıtlığa düçar oluruz. İskender haraçın miktarını iki yıllığına indirir. Çin hükümdarı yine azaltmayı teklif eder. Bir yıllık haraç vermek teklifi de kabul etmiyor. Son olarak, altı aylık haraç karşılığında her iki hükümdar anlaşmaya gelirler. Çin hükümdarı kampdan çıkıp kendi şehrine döner.
Ertesi gün İskendere "Senin şerefine ziyafet vermek istiyorum ve seni o ziyafete davet ediyorum" haberini gönderir. İskender bir grup savaşçı ile aynı yere gelir. Gelince Çin hükümdarının dev ordu ile orada hazır durduğunu görür. İskender görür ki, düşmanın ordusu sadece onun yanında olan, hatta kampta kalan askerlerden de kat kat fazladır. Düşünür ki, galiba onun için pusu kuruldu. Yüzünü Çin Hükümdarı'na tutup öfkeyle der: "Sana inanıp buraya geldim. Sense beni aldatıp pusu kurdun ".
Çin hükümdarı cevap verir: "Hayır, düşündüğün gibi değil. Sana zarar vermeyeceğim. Sadece bütün askeri gücümüzü göstermek istedim ki, senden korkmadığımızı anlayasın. Ben korktuğum için haraç verip barış bağlamadım. Eğer dövüşürsek, seni kolaylıkla yenerim. Ama ben kan dökmek istemiyorum. Biliyorum ki, eğer aramızda savaş olursa, her iki taraftan fazla insan ölecek. Bunun önüne geçmek için, sana haraç vermeye razı oldum ".
Sonra Çin hükümdarı İsgenderi yemek sofrasına davet ediyor. İskender el atıp süfredeki kaplardan birinin kapağını açar ve görür ki, içerisi altınla doludur. Öteki kabın kapağını açınca içinin elmas parçaları ile dolu olduğunu görür. Diğer kaplar da zümrüt, yakut, inci gibi mücevherlerle doluydu. İskender hayretle sorar: "Sen beni yemeğe davet etmedinmi? Neden bunları sofraya koydunuz? "Çin hükümdarı der:" Siz yunanların yemeği nedir?"
İskender saymaya başlar: "Biz de diğer milletler gibi ekmek, pirinç, et yiyoruz". Çin hükümdarı söyler: "Eğer öyleyse, kendi ülkenizde ekmek, pirinç, et bitti mi ki, bu kadar mesafe kat edip bizim ülkemizi yağmalamağa geldiniz? Meğer karnınızı doyurmak için ülkenizde yiyecek mi eksildi? Ben öyle biliyorum ki, sizin yiyeceğiniz altın-gümüş, taş-kaşdır. Eğer siz de sıradan insanlar gibi yiyip içiyorsanız, acgözlüyünüzün sebebi nedir? "İskender Çin hükümdarının sözlerinden utanır, ordusunu da toplayıp kendi ülkesine döner.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder